İstanbul’un Osmanlı çeyizinden kalan en nadide semtlerinden biri Eyüp. Haliç kıyısındaki silueti, çarpık yapılaşmanın kurbanlarından olsa da, bazı değerleri var ki üstünden çağlar geçmesine rağmen özgünlüğünü ve kutsallığını hiç yitirmemiş. Tıpkı semtin sembolü olan Eyüp Sultan Camii gibi.
{ad:0}{search:eyup-otelleri,Eyüp Otelleri}
Müslümanların ikinci Kâbe olarak da bilip hürmet ettiği Eyüp Sultan Camii, eski mezar taşlarıyla inşa edilmiş beyaz bir şehrin kalbi sanki. Sabah namazlarının bile kalabalık bir cemaatle kılındığı, sünnet çocuklarının ve telli duvaklı gelinlerin hayırlara vesile diye avlusunu arşınladığı, kapısında kesme şekerlerle lokumların dağıtıldığı bu caminin coğrafyası nice rahmetle dopdolu… Öyle ki; kimileri tamamen tesadüf dese de, özellikle sabah ezan makamını dinlerken koca çınarın dallarındaki kuşların ötmediği, ellerini semaya açanların kalpleri zifir olsa bile kucaklarına nur indiği, evliyaların üstünü çatı gibi örterek toprağını musibetlerden koruduğu söylenir. Caminin bahçesinde havuz etrafına dizilmiş simitçilerin sabah havaya yaydığı susam kokusu dünyevi yaşamın lezzetiyken, gök kubbesinin verdiği huzur da ilahi gücün tecellisi gibidir.
{product:19392}
Eyüp Sultan Camii geçmişi asırlık rivayetlerle örülse de, her çağın ışık tüneli ya da başka bir deyişle umut noktası olarak korunan o kutsal değerlerden. Eski İstanbul’un hiç eskimeyen hikayesini günümüze taşıyan ve maneviyat denilince ‘hadi gel’ diye çağıran Eyüp Sultan Camii’nin kapısından girip sihrini yaşamaya ne dersiniz?
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği 1453 yılı Eyüp Sultan Camii’nin kaderinin de başlangıcı. Müslüman aleminin dünyada dördüncü, ülkemizde de en kutsal yapısı olan cami, fetihten sonra yapılan İstanbul’un ilk camisi olma özelliğine sahip. Caminin yapımı için özellikle bu noktanın seçilmesinin sebebi ise ne deniz görmesi ne de düzlükte konumlanması; Asıl sebep M.S. VII. yüzyılda Emevilerin kuşattığı İstanbul’da şehit düşen ve vasiyeti üzerine surların dibine gömülen Ebu Eyyüb Halid Bin Zeyd El- Ensari, yani Eyüp Sultan’ın kabrinin tam da burada olması!
Fatih Sultan Mehmet, Müslümanlığa ilk inanan sahabelerden olan Eyüp Sultan’ın mezarını bulursa kuşatmaya yeni başlamış askerlerin moralinin yükseleceğini düşünür ve hocası Akşemseddin’den yardım ister. O zamanın yönetim bilgeliğini düşünürsek Akşemseddin’in muhterem zatın yattığı yeri rüyada görmesi ve padişaha hünkarım o yer tam da burasıdır demesi elbette kabul edilebilir. Ve bakın hikayenin devamı nasıl ilerler;
{product:3497}
Akşemseddin rüyasında gördüğü yere gittiğinde şimdiye kadar hiç karşılaşmadığı bir nurun huzuruna kapılır ve çevrede koyunlarını otlatan bir çobana bu yerin sırrını sorar. Çoban bu sırra ermediğini ama koyunlarının niyeyse alana hiç girmeden sadece çevresinde dolanarak otladığını söyler Akşemseddin’e. Buranın rüyasında malum olduğu gibi bir kabir olduğuna daha da inanan hoca, baş ve ayak ucuna iki fidan dikip sınırları belirler ve padişaha haber gönderir. Tarihin en zeki padişahlarından olan Fatih Sultan Mehmet önce kuşkuyla yaklaşır bu kesin hükme ve hocasının haberi olmadan Silahtarağa’yı çağırarak fidanların yerinin değiştirilmesini, eski yerine de parmağından çıkardığı yüzüğün gömülmesini emreder. Ertesi gün Akşemseddin’i de yanına alarak kabir alanına giden Fatih Sultan Mehmet hocaya fidanları gösterir ve o yer burası mıdır diye tekrar sorar. Hoca yeri değiştirilen fidanlara hiç bakmadan eski yeri işaret eder ve der ki; toprağın arasında bir yüzük, iki metre altında da bir mezar taşı var, görüyorum, o yer burasıdır!
Artık hiç şüphesi kalmayan padişahın emriyle Eyüp Sultan Camii fidanların söküldüğü o yere yapılır lakin fidanlar da bizzat diktirdiği yerde kalır. Bugün avluda tek başına yeşerip kuşlara dallarını açan ve Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de yer bulan yüce çınar o fidanlardan bir tanesi. İkincisinin ne zaman yıkıldığı ise hala muamma!
Eyüp Sultan’ın türbesinin bulunmasından ve şehrin fethinden 5 yıl sonra, 1458 yılında yapımına başlanan caminin birden fazla mimarı olduğu rivayet edilir. O zamanki mimarisi hakkında çok aydınlatıcı bir bilgiye sahip olmasak da medrese, hamam, türbe gibi birimleriyle külliye şeklinde yapıldığı düşünülen ve günümüze kadar gelemeyen ilk caminin inşasının bir yıl içinde tamamlandığı söylenir.
{product:21571}
Günümüzdeki cami ise çok yıprandığı için III. Selim zamanında yıkılan ilkinin yerine yapılan ve inşasına 1798’de başlanıp 2 senede tamamlanan ikinci cami. 1823’de minaresine düşen bir yıldırımdan zarar gören caminin son restorasyonu da Adnan Menderes zamanında yapılmış.
Semt içinde büyük bir alana yayılan Eyüp Sultan Camii’nin sınırları dışında kalan yerler de caminin girizgahı gibi. Şöyle ki; Haliç kıyısından karşıya geçip camiye doğru yönlendiğinizde misk kokularıyla bezenmiş, ilahi sesleriyle yankılanan ve dini yayınlar satan küçük bir çarşıdan geçerken o atmosfere zaten girmiş oluyorsunuz. Beyaz mermerle döşeli, şadırvanlı dış avluya geldiğinizde ise yem atmanızı bekleyen güvercin ordularıyla karşılanıyorsunuz. Semtte yürüdüğünüz her yol bir şekilde sizi camiye kavuşturuyor. Eyüp denilince ilk akla gelen yer olan cami ve sınırlarındaki yapılar dikdörtgen bir alana yayılmış. Mihrabı çıkıntılı cami, bir tanesi 17,5 metre çapındaki ana kubbe olmak üzere 21 kubbeyle örtülmüş. Dört bir köşeye ise kutsal olduğuna ve suyunun şifa verdiğine inanılan Barok çeşmeler yerleştirilmiş. İki minareli yapının ortasındaki Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesi Akşemseddin’in kabri ilk keşfettiği zamandan kalma olup; kefeki taşıyla, sekizgen planlı ve tek kubbeli olarak inşa edilmiş. I. Ahmed ve II. Mahmud dönemlerinde ise tamir edilip en maharetli hattatlar tarafından muhteşem Kütahya çinileriyle süslenmiş. Türbedeki gümüş kaplamalı ahşap sanduka da III. Selim zamanında yerine yerleştirilmiş. Orta avlusunda koca çınar ağacı, serviler ve yapıyı çevreleyen mezarlıklarla, görebileceğiniz en uhrevi yerlerden biri olan Eyüp Sultan Camii’nin bulunduğu alanda ebediyete yatmış birçok tarihi isim de var. Ahmet Haşim, Fevzi Çakmak, Necip Fazıl, Ziya Osman Saba ve Sokullu Mehmet Paşa bu isimlerden sadece birkaçı. Fatih Sultan Mehmet sonrası Osmanlı yönetimini devralan tüm padişahların elleri semaya burada açılmış, cuma namazları burada kılınmış, sefer duaları burada yapılmış. Sinan Paşa Köşkü’nden bindikleri kayıklarla Bostan iskelesine gelen sultanlar iki rekat namaz kıldıktan sonra şeyhülislam kılıcını burada kuşanmış.
Günümüzde de bayramı, ramazanı, her günü dualarla tütsülenen bu kutsal mabedin ziyaretçilerini kılıçla değil de inançla kuşatan uhrevi atmosferi hala baki!
{search:istanbul-otelleri,İstanbul Otelleri}