Kapadokya gezilecek yerler arasında şimdilik 36 yeraltı şehri ile ilgili çeşitli bilgimiz var ama toprağın altı bizim bildiğimizden çok daha fazlasına sahip. Bu kapadokya yeraltı şehri oluşumu ve nasıl inşa edildiği konusunda çeşitli fikirler ve inanışlar var. Kimisi eski medeniyetlerle ilişkilendiriyor, kimisi savaştan kaçabilmek için yapıldığını söylüyor. Kesin olan bir şey var ki o da bu yapıların henüz tam çözülemediği. {search:nevsehir-otelleri,Nevşehir Otelleri}
{ad:0} Önce Kapadokya'nın jeolojik yapısına biraz bakalım. Bu, yeraltı şehirlerin neden bu bölgede yoğun olduğu konusunda belki ipucu olur çünkü böyle bir yeraltı şehri ağının dünyada başka bir örneği yok.
Üçüncü jeolojik devirde Kuzey'deki Anadolu Platosu sıkışarak yanardağlar aktifleşti ve lavlarını püskürttü. Platoda küller birikerek yumuşak bir tüf tabası oluşturdu. Ardından bu tabakanın üzeri bazalttan oluşan ince bir lav tabakasıyla örtüldü. Bazaltlar çatladı ve parçalara ayrıldı. Yağmurlar, havanın ısınması ve soğuması, rüzgârlar derken tüf aşınmaya başladı. Tüm bunlarından arından sert bazalt kayasının üzerinde, peribacası dediğimiz koniler oluştu. İnsanların buralara gelmesi ile birlikte bu peribacaları şekillendi. İlk Hristiyanlar kayaları oyarak kiliseler inşa ettiler. Bu yapılaşma ve yerleşme büyük yeraltı kentlerine kadar devam etti. Bu nedenle Kapadokya mağaralar oluşumu oldukça fazladır. Avanos yeraltı şehri bölgelerini bu yazımızda daha detaylı olarak inceleyeceğiz.
Cevabı tam olarak bilinmese de Kapadokya çok fazla saldırıya uğrayan bir bölgeydi. Burada yaşayan insanlar haliyle evlerinin altına tehlikede gizlenebilecekleri odalar inşa ettiler. Belirli bir zaman sonra köyleri birbirine bağlayan tüneler de eklenince yeraltı şehirleri meydana geldi. Olası bir durumda yüzlerce hatta binlerce insanın hiç dışarıya çıkmadan bu yeraltı şehrinde yaşayabiliyordu. Su kuyuları, bacalar, odalar, ibadethaneler, geçitler, kısacası aklınıza gelebilecek dönemin her detayı düşünülmüştü. Ayrıca sorunsuz havalandırma sistemleri de bulunuyordu. O dönem bu kadar kapsamlı yaşam alanları, bu kadar başarılı bir şekilde nasıl yapılmıştı? Akıllardaki en büyük sorulardan biri de bu. Bazıları bu yapılaşmanın dünya dışı varlıklardan, bazıları da çok daha eski ama bizden daha gelişmiş olan medeniyetlerden kaynaklandığını ifade ediyor. Yani anlayacağınız çeşitli bilimsel ya da bilimkurgu savları ortaya atılmış. İsterseniz Kapadokya yeraltı şehirlerine gelin, yakından bakalım.
Bölgenin en büyük yeraltı şehri Derinkuyu, 1963 yılında keşfediliyor ve 1967 yılında da ziyaretçilere açılıyor. Şu an sadece 8 katını gezebiliyorsunuz yani 50 metreye kadar iniyorsunuz ama tamamının 85 metreye kadar gittiği söyleniyor. Yani toplamda 12 veya 13 kata sahip!
İsmi ise içindeki su kuyularından geliyor. Tam tamına 52 adet olan bu su kuyuları 60-70 metre derinliğe sahip. Bu yeraltı şehrinin su ihtiyacını karşılayan su kuyuları aynı zamanda havalandırma görevini de üstleniyor. Akıllıca bir detay daha var. Savaş olduğunda düşman bu su kuyularını zehirleyemez mi? İşte bunun için bazı su kuyularının yeryüzü ile hiç bağlantısı yok.
Derinkuyu'yu yakın bir zamanda ziyaret etme şansım oldu. Yerin bilmem kaç kat altına doğru inmek açıkçası biz yeryüzünün üstüne alışık insanlar için pek iyi gelmeyebiliyor. Bende bir hayli baş ağrısı yaptı. Ayrıca yeraltı şehirlerine tedarikli gidin. Dışarısı terletecek derecede sıcak olabilir ama aşağısı kutup soğuğu tadında. Sizi sıcak tutacak bir kıyafet giyin ve yanınıza su alın. Biz üç katına inebildik, izin o kadardı. Geçitler ve odalar oldukça ufak ve darlar. O dönemin insanları sanırım daha kısa boyluydu. İlk Hristiyanların Romalı ve Arap baskılarından kaçarak Derinkuyu Yeraltı Şehri'nde yaşadığı düşünülüyor. Sizce kaç bin kişi aynı anda burada yaşamıştır? Uzmanlar, 50 bin kişi olduğunu düşünüyor. Tehlike olduğunda ise girişleri engellemek için çekilerek hareket ettirilen devasa yuvarlak taşlar geçiş kısımlarında bulunuyordu. Ayrıca klostrofobinizi yenmek için harika bir yer. Korkularınızın üzerine gidin ve bu tarihi yeri görmeden dönmeyin.
Ah, unutmadan! Tarihin en eski akıl hastanesinin de Derinkuyu Yeraltı Şehri'nde olduğu ve Avrupa'ya giden uzun tünellerin bulunduğu söyleniyor. Biz bu tünelleri çok aradık ama bulamadık. Değişik geçitlere denk geldik ama maceraya girmeyelim diye düşündük. Gezdik ve çıktık.
Tanrıların Arabaları kitabının yazarı Erich von Daniken, bazı araştırmalar yapmak için 1982 yılında bu bölgeye gelmiş. Tezleri ise bir hayli dikkat çekici. Daniken, Derinkuyu ve Kaymaklı yeraltı şehirlerinin, havadan gelen saldırılara karşı korunmak amacıyla yapıldığını ileri sürüyor. Yani, o zamanlar dünyayı ele geçirmeye gelen uzaylılara karşı. İşin asıl değişik tarafı ise bu tez, Derinkuyu köylülerinin anlattığı “havadan gelen melekler” hikâyesine benziyor. Bu hikâyeye göre göklerden uçarak melekler bu bölgeye gelmişler ve burayı sevip bir ülke kurmuşlar. Ardından cinler göklerden uçarak gelip buraya musallat olmuş. Melekler de cinlerden korunmak için büyü ile bu yeraltı şehirlerini inşa etmişler. Aradan bunca zaman geçse bile meleklerin bu yeraltı şehirlerinde yaşamaya devam ettiği inancı hâlâ sürüyor.
Oldukça heyecan verici hikâyeler değil mi?
Bilinen diğer en büyük yeraltı şehri Kaymaklı, Derinkuyu'nın yarısı büyüklüğünde. 1964 yılında ziyarete açılan Kaymaklı Yeraltı Şehri 8 kata sahip ama sadece 4 katını gezebiliyorsunuz. Yani 20 metre derine inebiliyorsunuz. Şehir, 1984 yılına gelindiğinde ise UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesine girmiş.
Bu yeraltı şehri de kiliseye, ahırlara, erzak depolarına kadar birçok yaşamsal alana sahip. Bununla birlikte Hititler, Firgler ve Asurların izlerine rastlanıyor. Kaymaklı Yeraltı Şehri, Bizans İmparatorluğu zamanındaki savaşlarda savunma alanı olarak kullanılmış. Müslüman Arap Devletleri, Hristiyanların yaşadığı bölgeyi işgal edebilmek için sıkça saldırı gerçekleştirmişler.
Kaymaklı şehri, havalandırma sistemi etrafına çok planlı bir şekilde inşa edilmiş. Bu başarılı yapılaşmadan dolayı buranın da uzaylılar tarafından yapıldığı söyleniyor. Ayrıca Derinkuyu Yeraltı Şehri ile aralarında 10 kilometrelik gizli tüneller aracılığıyla bağlantısı olduğu düşünülüyor. Lakin henüz bu geçitler bulunamadı.
Fotoğraf: Nevşehir Valiliği
Eskiden civar köylerdeki evlerin bu yeraltı şehri ile bağlantısı olduğu ama sel sularının yol açtığı toprakla dolduğu söyleniyor.
İlk kez 1989 yılında Fransız araştırmacılar tarafından keşfedilen Sivasa Gökçetoprak Yeraltı Şehri, Kapadokya bölgesine göre daha farklı bir jeolojik yapıya sahip. En altı çamur taşı, ortası büyük taneli tüf ve en üst kısmı da andezit kayalardan oluşan katmanlara sahip. 2 katlı bu yeraltı şehri, diğerlerine göre oldukça geniş ve düzgün olmayan dikdörtgen şekillerde oyulmuş. Ayrıca bunları birbirine bağlayan uzun dar koridorlara sahip. Hâlâ su bulunan 15 metrelik bir su kuyusu da mevcut.
1995 yılında bir çoban tarafından bulunan Mazı Yeraltı Şehri, Kaymaklı Yeraltı Şehri'ne 10 kilometrelik bir mesafede konumlanıyor. 8 katlı bu yeraltı şehri 4 farklı girişe sahip. Neredeyse Derinkuyu ve Kaymaklı kadar büyük bir alan diyebiliriz. Özkonak Yeraltı Şehri’ndeki gibi sürgü taşlarının mızrak geçirilebilen delikleri var. Bu yeraltı şehri aynı zamanda çok fazla ahıra sahip. Oyulmuş yalaklar ve ahırların genişliği diğer yeraltı şehirlerine göre daha gelişmiş bir hayvancılığa sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca kilisesi de diğerlerine göre daha gösterişli. Erken Roma ve Bizans Dönemine ait çeşitli kaya mezarlarını da burada görmek mümkün.
Bu yeraltı şehri tek katlı olup, daha geniş alanlara sahip. Henüz tam temizlenmeği ve göçük riski olduğundan ziyarete açık değil. Ayrıca oyulduğu tüf tabakası da farklı renkler içeriyor.
Fotoğraf: Nevşehir Valiliği
Son olarak şöyle bir hatırlatma yapayım. Yeraltı şehirlerini gezerken işaretlere dikkat edin. Hangi yolu izleyeceğiniz, geziniz bittikten sonra hangi taraftan çıkacağınız işaretler ile belirtilmiş. Kırmızı okları takip ederek gezip, mavi okları takip ederek de çıkabilirsiniz. Aman dikkat, sonra kendinizi bilmediğiniz bir yerde bir anda bulabilirsiniz.
Kimler, nasıl, ne için yaptılar tamamıyla bilinmiyor ama uzun bir süre boyunca Güneş görmeden, böyle yerlerde hayatta kalabilmek için verilen mücadeleyi siz tanımlayın. İzleyenler hatırlayacaktır, The 100 dizisinin ilerki sezonlarında radyasyondan korunmak için bir yeraltı sığınağında yaşayan insanlar vardı. Kim bilir belki bizler de çok daha uzak olmayan bir zaman diliminde, böyle bir şeyi deneyimlemek zorunda kalırız. Belki uzaylılar ''yine(?)'' gelir, belki de iklim değişikliği bizi alternatif yaşam alanlarına sürükler. Her ne kadar gezmesi şu an macera duygumuzu körüklese de yaşamasının bir hayli zor olacağını düşünüyorum. Zira Güneş ve ağaçlar olmadan bir yaşam düşünmek biz insanlık için çok zor.