Bazı edebiyatçılar için İstanbul yalnızca yaşamamış; eserlerini yazarken yaşadıkları semtten de ilham almışlar. Kimi bu şehri sokaklarında çocukluk anılarını bıraktığı bir yuva olarak görmüş, kimi ise eserlerinin dokusuna işlediği bir kahraman olarak. Doğup büyüdükleri ya da hayatlarının bir dönemini geçirdikleri bu evler, onların hayallerine, düş kırıklıklarına ve yazı masasında yaratılan bambaşka dünyalara ev sahipliği yapmıştır. İstanbul’un ruhunu kalemleriyle yansıtan edebiyatçıların, şehirle bağ kurdukları ve hâlâ ayakta olan o unutulmaz evlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.
{facility:0}Orhan Veli Kanık, Türk şiirinin mihenk taşlarından biri olmasının yanı sıra İstanbul’un kalbine işleyen dizeleriyle unutulmaz bir şairdir. Şiirlerinde İstanbul’un martılarından denizine, sokaklarından insanlarına kadar her detayı bulabilirsiniz. Onun kelimelerinde, yalnızca şehir değil, aynı zamanda şehirde yaşayan insanların yaşamları ve hikayeleri de canlanır. Şairin doğup büyüdüğü Beykoz’daki o ahşap ev, bu hikayelerin başladığı yer olarak ayrı bir öneme sahip.
13 Nisan 1914’te dünyaya gelen Orhan Veli’nin çocukluk anılarını barındıran ev, bir müze olmasa da edebiyatseverler için önemli bir durak. Hala ayakta olan ahşap yapı, zaman zaman misafirlerini ağırlıyor. Evin sahibi, müsait olduğu zamanlarda kapılarını ziyaretçilere açarak, şairin izlerini taşıyan arka bahçeyi görme fırsatı sunuyor. Eğer evin kapıları kapalıysa, dışarıdan bile bu tarihi atmosferi hissetmek için buraya uğramanızı öneririz.
{ad:0}Beyoğlu’nu Fikret Adil’in kalemiyle tanıyanlar, bu semti yalnızca sokaklarıyla değil, içindeki hayatla, hikâyelerle ve bohem ruhuyla yeniden sevmeyi öğrenir. 1930’ların Beyoğlu’unda geçen Asmalımescit 74 kitabı, yazarın kendi yaşamından kesitler sunarken, o dönemin sanat ve edebiyat çevrelerini de gözler önüne seriyor. Bol içkili meyhaneler, eğlence dolu geceler ve hayatın derinliklerine inen sohbetler, Adil’in satırlarında ölümsüzleşiyor. Kitapta, İbrahim Çallı, Sait Faik ve Necip Fazıl gibi isimler mahlaslarla karşımıza çıkıyor, böylece geçmişin bohem İstanbul’u okuyucunun gözünde canlanıyor.
Ne yazık ki, Fikret Adil’in bir dönem Macar bir sahibesinden kiraladığı ve birçok önemli sanatçıya ev sahipliği yapan Asmalımescit Sokağı No: 47’deki evi artık yerinde değil. Ancak bu sokağın ruhu hala yaşıyor. Bugün, eski Tunalı Meyhanesi’nin yerinde bulunan Şimdi Kafe’nin önünde durup yazarın dostlarıyla yaptığı sohbetleri hayal etmek bile geçmişin büyüsünü hissetmek için yeterli. Bu sokaktan geçerken, içine hayal ve edebiyat katılmış bir İstanbul’un ne anlama geldiğini çok daha iyi anlıyorsunuz.
Orhan Kemal’in kaleminden çıkan hikâyeler, yoksulluğun, dayanışmanın ve hayata tutunma çabasının en gerçekçi anlatımlarını sunuyor. Bu öykülere ilham veren Cibali semtinde, köşede konumlanmış sarı evi ziyaret etmek, keyifli bir deneyim olacaktır. Üzerinde, “Orhan Kemal bu evde yaşamıştır” yazıyor. Mütevazı iki katlı ev, Orhan Kemal’in 1954-1966 yılları arasında kiracı olarak yaşadığı ve Müfettişler Müfettişi, Evlerden Biri, Sokakların Çocuğu gibi önemli eserlerini kaleme aldığı yer.
Cibali’nin arka sokaklarında yürürken, Orhan Kemal’in tasvir ettiği hayatların izlerini bulmanız mümkün. Gösterişten uzak, ama bir o kadar sıcak olan semt, yazarın eserlerindeki atmosferi yaşatmaya devam ediyor. Evin yalnızca dışarıdan görülebildiğini hatırlatırız, yazara dair daha fazlasını keşfetmek isterseniz rotanızı Cihangir’deki Orhan Kemal Müzesi’ne çevirebilirsiniz. Müzede yazara ait eşyaları ve kitapları sergileniyor. Mekan, pazar hariç her gün ziyaret edilebiliyor.
Kadıköy’ün dar sokaklarından birinde, tarihin izlerini taşıyan pembe bir ev… Burası, Nâzım Hikmet’in ülkesinden ayrılmadan önce eşi Münevver Hanım ile yaklaşık bir yıl boyunca yaşadığı ev. 1951 yılının bir sabahında, Refik Erduran ile birlikte bu evden çıkar ve bir daha geri dönmemek üzere yola koyulur. Kadıköy İskelesi’nden bindiği gemi, onu memleketinden koparır; ama kalbinde her zaman Türkiye’nin izlerini taşır. Şairin evi, hem ülkesine olan sevgisinin hem de ona duyduğu hasretin başlangıç noktalarından biri olarak anlam kazanıypr.
Feneryolu’nda yer alan bu adres, yalnızca bir şairin yaşamına değil, bir ülkenin tarihine de tanıklık eden bir yer. 2009 yılında Türk vatandaşlığına tekrar alınan Nâzım Hikmet’in nüfus kayıtlarında, doğum yerinin İstanbul, Kadıköy; mahallesinin ise Feneryolu olarak geçiyor.
Hayriye Caddesi, sadece yasemin kokulu sokakları, plak dükkânları ve kahve kokan kafeleri ile birlikte edebiyat tarihimizin önemli bir ismine ev sahipliği yapmasıyla da özel bir yer. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar gibi Türk edebiyatının başyapıtlarından birini kaleme aldığı apartman, zaman içinde sadeliğini ve ruhunu korumayı başarmış. Çiçek motifli ferforje kapısıyla dikkat çeken bina, üzerindeki sarmaşıklarla birlikte Oğuz Atay’ın hayal gücüne tanıklık etmiş gibi.
Baharın gelişiyle, Narlıkapı Çıkmazı’nın o nostaljik havasını solumak bir gelenek gibi. Aydın Boysan’ın çocukluk yıllarını geçirdiği bu sokaklar, yemyeşil ağaçları, sarmaşıklarla örtülü evleri ve yasemin kokularıyla geçmişe bir pencere aralıyor. Çocukluğunda Samatya’ya koşarak giden, Ermeni komşularıyla büyüyen ve anılarında bu çokkültürlü mahalleyi özlemle anan Boysan’ın izleri hâlâ bu semtin havasında hissediliyor
Narlıkapı Çıkmazı’nda gezinirken, Boysan’ın doğup büyüdüğü No: 34 numaralı ahşap evi aramak bir ritüele dönüşüyor. Her ne kadar evin yıkılmaya yüz tutmuş hali hüzün verse de, o sokakta dolaşan anılar hâlâ canlı.
Yaşar Kemal’in İstanbul’daki izleri pek çok semtte sürülebilir, ancak Beşiktaş’ın yeri ayrı. Yazar, Deniz Küstü romanında Serencebey Yokuşu’nu kelime kelime aktarırken, aslında bu semtteki kendi yaşamının izlerini de okuruna sunuyor. Romanın karakterlerinden Zeynel gibi, Yaşar Kemal de bir süre bu yokuşun dik bir köşesinde, Beşiktaş’a tepeden bakan bir evde yaşamıştır.
O ev bugün yerinde olmasa da, biraz ilerisinde yer alan Yasemin Apartmanı’nın girişindeki plaket, bu semtin kültürel geçmişine dair başka bir hikâyeyi anlatır: “Cemal Reşit Rey (1904-1985), yaşamının son on dokuz yılını bu apartmandaki konutunda geçirdi.”
Ahmet Hamdi Tanpınar, romanlarındaki derinliği anlamaya çalıştıkça daha da hayranlık uyandıran bir yazar. Onun dünyasına özellikle Huzur ile adım attıktan sonra hayata bakışını ve yaşamını da daha yakından tanımak istiyor insan. Fatih’teki doğduğu ev dışında, hayatının son yıllarını geçirdiği Gümüşsuyu’ndaki Gümüşay Apartmanı’nda yer alan evi, bina dışına asılan bir plaket sayesinde öğrenmek mümkün. Bu plaket, Tanpınar’ın İstanbul’daki izlerini takip etmek isteyenler için bir pusula niteliğinde.
Tanpınar severler için bir başka önemli adres ise Gülhane Parkı’nda yer alan Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi. Eski bir alay köşkünden dönüştürülen kütüphane, yazarın mirasına adeta bir selam duruyor. Şehzadebaşı’ndaki doğduğu evi görmek isteyenler için de adres: Karagöz Mahallesi, Camii-i Şerif Sokak, No: 36. Tanpınar’ın yaşamına ve eserlerine dair bir yolculuğa çıkmak isteyenler için bu adresler oldukça anlamlı.
Nişantaşı ve Teşvikiye’nin zarif sokakları, edebiyatseverler için ayrı bir anlam taşıyor çünkü bu semtler, Orhan Pamuk’un romanlarının derinliklerinde yankılanıyor. Pamuk’un İstanbul, Masumiyet Müzesi ve Cevdet Bey ve Oğulları gibi eserlerinde kendi yaşamından izler bulmak mümkün.
Pamuk Apartmanı, yazarın yaşamında önemli bir yere sahip. Her ne kadar Pamuk, Nişantaşı’nın eskisi gibi olmadığını belirtip artık zamanının çoğunu Cihangir’deki Talay Apartmanı’nda ve Büyükada’daki evinde geçirse de, bu apartman yazarın ve okuyucularının belleğinde özel bir yer tutuyor. Nişantaşı sokaklarında gezerken, bu apartman ve çevresi, Pamuk’un romanlarının sayfalarına bir adım daha yaklaştırır insanı.
Kadıköy sokaklarında dolaşırken, adımlarınız bir sokağın köşesinde usulca yavaşlayabilir. Moda’ya doğru ilerlerken karşınıza çıkan “Hayat kısa, kuşlar uçuyor” dizeleri, Cemal Süreya’nın izlerini hatırlatır size. Şair, 1980’lerde Başak Apartmanı’nda yaşadığı dönemde pek çok şiirini bu sokaklarda ve bu apartmanda kaleme almıştır. Kadıköy’ün enerjisi, Süreya’nın dizelerinde başka bir anlam kazanır.
Kadıköy’ün sakin, özgün ve hafif hüzünlü atmosferi, şairin duygu dünyasıyla öylesine örtüşür ki burada Süreya’nın ruhunu hissetmek mümkün. Onun dizeleriyle yoğrulmuş semtte, yürüdüğünüz sokaklarda yalnızca kuşların değil, Süreya’nın mısralarının da uçtuğunu hissedersiniz.
Beşiktaş’ın sokaklarında yürürken, bir şiir sevdalısının yolu mutlaka Deniz Apartmanı’na düşer. Apartmanın girişindeki tabelada şair Behçet Necatigil’in 1964-1979 yılları arasında burada, 23 No’lu dairede yaşadığını ve hayatının son yıllarını bu apartmanda geçirdiği yazılı.
Necatigil, bu evde mum ışığında yazdığı şiirlerinde Beşiktaş’ın sokaklarından, insanlarından ve semtin ruhundan ilham almıştır. Şiirlerinde, sade bir yaşamın detaylarını ve Beşiktaş’ın kendine has atmosferini kelimelere dökmüş, bu evden taşıp sokaklara yayılan bir duygu dünyası yaratmıştır.
Pembe panjurları ve nostaljik dokusuyla, Reşat Nuri Güntekin’in 1930’larda ailesiyle yaşadığı ev, yazarın zarif hikâyelerini andırır. Müze yapılmamış olsa da, evin önünden geçen herkes Güntekin’in romanlarındaki naif karakterlere benzer bir sessizliği ve huzuru hisseder. Kalemiyle Çalıkuşu’ndan Yaprak Dökümü’ne pek çok unutulmaz eser bırakan yazarın burada geçirdiği yıllar, adanın dingin atmosferiyle bütünleşiyor.