21 Mayıs 1968 İstanbul’da doğan Ali Nasuh Mahruki "Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk dağcı" unvanının sahibi. Aynı zamanda farklı pek çok spor dalında profesyoneldir. Mağaracılık, aletli dalış, yamaç paraşütü, motor sporları, bisiklet ve yelken sporları bunların başında gelmektedir. Ayrıca öğrenciliğinde Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğu'nun başkanlık (1988) görevini de üç yıl yürütmüştür.
{ad:0}
Kar Leoparı unvanlı, Yedi Zirveler projesini tamamlayan dünyanın en genç dağcısı gibi saymakla bitiremeyeceğimiz pek çok ilkin sahibi Nasuh Mahruki ile sıcak bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine gündeminde son zamanlarda neler olduğunu, en çok etkilendiği coğrafyaları ve gelecek dönem seyahat rotalarını sorduk.
Sporun faydaları saymakla bitmez. Çünkü her şeyden önce hepimiz şu anda yaşıyor olduğumuzdan çok daha aktif bir yaşamdan evrilerek buraya geldik. Hepimizin geçmişinde on binlerce yıllık bir avcı-toplayıcı dönem var ki bu avcı-toplayıcı dönem çok zor bir dönem. Doğanın bütün koşullarıyla; karıyla, fırtınasıyla, rüzgarıyla, güneşiyle, sıcağıyla, soğuğuyla hepsiyle mücadele ederek ve yiyeceğin yemeği de yakalayıp, avlayıp, peşinden koşup tutarak veya yenilebilir bitkileri ve sebzeleri toplayarak on binlerce yıllık bir hayat sürdük. Bugünün modern şehir hayatı, bu çok aktif hayatın çok gerisinde, çok dışında. Fakat bizim anatomimiz harekete dayalı bir anatomi. Bu anatomi çok uzun mesafeler yürümeye, uzun mesafeler koşmaya ve ağır efora çok uyumlu. Anatomimiz bu şekilde evrilmiş durumda. Yapımızı evrildiği şey için kullanmadığınız zaman aşırı kilo, sağlık sorunları ve bu sağlık sorunlarının getirdiği psikolojik sorunlarla karşılaşıyoruz. Mutlaka hareketli bir hayat lazım. Hiç değilse yürümek lazım. İnsan vücudunun çok önemli bir kısmı kas kütlesinden oluşuyor. Kasın adından da anlaşılacağı üzere işi kasılmak… Kası kasarsan ancak anlamını, amacını yerine getirebilir. O yüzden egzersiz şart. Çocuk yaşta spor disiplinine sahip olmak oldukça önemli. Bedeninize kazandırdıklarının ötesinde spor bir sosyalleşme aracı da aynı zamanda. Kendinizle ilgili farkındalığınızı geliştiren, adil rekabeti, dürüst kazanmayı, onurlu kaybetmeyi öğreten, rakibinle çok sağlıklı bir zeminde buluşmayı ve onu düşman gibi görmemeyi öğreten bir olgu. Sporun temelinde, rakibinle bir rekabet ortamındasın ve bunun da kuralları var. Ve bu kurallar çerçevesinde rakibini yendiğin takdirde ortada bir anlam söz konusu. Yenildiğin zaman da bir anlamı var. O da bir ders. Yenilgi de kabul etmeniz gereken bir durum. Dolayısıyla spor tüm bu deneyimleri insanlara kazandırıyor. Spor yaşam için çok fazla avantaj sunuyor. Hayat baştan sona bir takım oyunu. Ve spor insana takım oyununu çok iyi öğretiyor. Başkalarıyla işbirliği yapmayı, sinerji yaratmayı, beraber bir takım hedeflerin peşinden gitmeyi aşılıyor.
Hepimiz bir bölgede, bir mahallede, bir evde, bir hastanede dünyaya geldik. Ancak hepimiz bu gezegenin çocuğuyuz. Bu gezegene ait her şey aslında bize de ait. Atalarımız yüzbinlerce, milyonlarca yıl önce bu dünyaya yayılmış. Homo-sapiens son 200 bin yıldır var ancak onun öncüleri milyonlarca yıl önce gezegenimize yayılmış. Çevremizde gördüğümüz bütün ırklar, insanlar hepsi Afrika’dan çıkanlar. Ve 60 bin yıl önce çıkanlar, son büyük göç ile gezegene yayılanlar… Dolayısıyla hepimiz gezegenin çocuğuyuz ve gezegendeki bütün kültürler aslında hepimizden bir parça barındırıyor. Ama o coğrafyanın ve iklimin koşullarına göre evrilmiş kültürler. Seyahat etmenin en büyük avantajı bu. Çünkü hepimiz neticede bir mahallede yaşıyoruz. Ve bu mahallede herkes bizim gibi, herkes aynı kültür kökeninden geliyor. Aynı gazeteyi okuyor, aynı televizyonu izliyoruz. Zannediyoruz ki bütün dünya bu. Dünya bunun çok acayip ötesinde. Gezegenimizde 7 buçuk milyar insan yaşıyor, 200 civarında ülke var, binlerce ırk, mezhep, alt kültürler, yerel kültürler var. Bunları deneyimlemek insana bambaşka bir farkındalık getiriyor. Bu farkındalığın yolu da seyahat etmek. O yüzden seyahat etmeyi de en az spor yapmak kadar yaşamın en önemli dinamiklerinden biri olarak görüyorum. Ve seyahat ettiğin takdirde gezegeni daha doğru tanıyorsun. Gezegeni doğru tanımak çok önemli. Çünkü o zaman yaşamı, varoluşu, nereden geldiğini, nereye gittiğini, bunun ne olduğunu daha iyi anlayabiliyor ve kendi içindeki o sentezleri daha doğru yapabiliyorsun. O yüzden seyahat etmek çok çok önemli. Herkese söylüyorum, mümkün olduğu kadarıyla en erken yaşta çocuklarınıza yurt dışı deneyimini yaşatın.
5 yıldır bu kampları sürdürüyoruz ve çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Bu yıl çocuklara doğada liderlik temalı eğitimlere başladım. Yıllardır indoor eğitimler veriyorum. Şimdi outdoor eğitimlere de başladık. Çok uzun zamandır bu yönde bir talep de söz konusu idi. Çocuklara erken yaşta böyle bir farkındalık yaratmak, kampta yer almalarını sağlamak, doğaya çıkartmak, ateş yakmayı, pusula kullanmayı, uyku tulumunda yatmayı öğretmek paha biçilemez bir deneyim. Çocuklar bir anda çok büyük bir gelişim gösteriyorlar. Bir haftalık bir kampta, bir anda aylarca büyüyüp, hemen hepsi çok olumlu faydalarla evlerine geri dönüyorlar.
Çocuklarımıza doğduklarında bir söz verdik. 18 yaşına geldiklerinde, 18 ülke görmüş olacaklar. İnşallah becerebiliriz.
Her coğrafyanın kültürün kendine göre öne çıkan tarafları var. Örneğin Himalayalar, dağların o heybetleri Karakurum Dağları çok etkileyici. Alaska’nın doğası da son derece etkileyici. Çok geniş ormanlar, müthiş bir doğa, akarsular, gölleriyle birlikte… Örneğin Avusturalya hem doğa hem kültür olarak ve ikisini de birlikte en üst düzeyde korumuş ve geliştirmiş olmasıyla çok etkileyici. Doğadan kopmamış ancak batılı sistemi en üstün haliyle yaşayan insanlar. Modern dünyanın, teknolojinin her şeyine sahipler ancak doğayla temaslarını koparmamışlar. Avrupa ise medeniyette çok yukarıda. Özellikle Kuzey Avrupa ülkeleri inanılmaz medeni seviyeye ulaşmışlar. Bu durum çok etkileyiciydi. Amerika ise bolluk bereket dünyası. Bir restorana gittiğinizde önünüze kocaman bir tabak geliyor. Her şey fazla fazla, bol bol. Her ülkenin, kültürün, coğrafyanın kendine göre çok etkileyici yerleri var. Bhutan, hayatımda gördüğüm en enteresan ülke idi belki de. Çünkü Bhutan Budist kültürü, geleneği en iyi korumuş ve en iyi şekliyle yaşayan ülke. Tibet de elbette oldukça etkileyici. Ancak Çin’in baskısı ve işgali altında olduğundan eski Tibet değil. Nepal acayip kalabalık ve otantik bir ülke. Aşırı kalabalık olması, çevre ve hava kirliliği gibi dertleri var. Ancak Bhutan’da bu dertlerin hiçbiri yok. Bhutan, buraya herkes gelmesin parası olan gelsin gibi son derece kontrollü ve akılcı bir turizm politikası uyguluyor. İnsanları ise inanılmaz farklı. Son derece kibarlar ve son derece eğitimliler. Hindistan bir kıta kadar büyük bir ülke. Her şeyin olduğu, çok kalabalık bir ülke. Coğrafi, kültürel çeşitlilik, ne isterseniz Hindistan’da mevcut. Hindistan tek başına bir kıta diyebiliriz. Afrika’ya gittiğinizde ise gökyüzünde başka bir renk var. İnanılmaz renkler ile karşılaşıyorsunuz. Savanalardan kaynaklanan, gökyüzünde turuncumsu, sarımsı başka yerlerde olmayan renkler ile karşılaşıyorsunuz. Moğolistan’da dünyanın en büyük çayırları var. Motosikletle bu çayırlara ulaşıyorsunuz ve böyle uçsuz bucaksız çayırları görmeden hayal edemezseniz. Önünüze bir bakıyorsunuz, uçsuz bucaksız çayırlar… Gözlerinizi kapayarak 20 dakika, yarım saat motosiklet sürseniz dahi önünüze ne çukur ne de bir taş parçası çıkıyor.
Çok var tabii. 90 civarında ülke gördüm. Her yer enteresan, nereye gitseniz bir şey öğreniyorsunuz. O yüzden seyahat etmek istediğim birçok yer var. Yakın zamanda motosikletle Güney Hindistan’a gitmeyi planlıyoruz. Hindistan’ın kuzeyinde bulundum, güneyini çok merak ediyorum. Ayrıca yelkenli bir tekne ile dünya seyahati hayal ediyorum.
Fotoğraf makinesi, video kamera, günlük için kağıt kalem defter ve genellikle laptop olur. 1997 yılından beri her gittiğim yere laptop götürüyorum. Elbette o seyahate özgü gerekli malzemeler de çantamda oluyor. Ayrıca çantamda mutlaka bir rehber kitap olur. Rehber kitap benim için oldukça önemli.