Neredekal Turizm Seyahat Acentesi Belge No: 7301
Neredekal.com
Üyelik
Giriş Yap
Üye Ol
Osmanlı’dan Günümüze Türk Kahvesinin Hikayesi

Osmanlı’dan Günümüze Türk Kahvesinin Hikayesi

Paylaş
Tuğçe Gülçiçek  
Eklenme: 22 Ocak 2025 - 15:47
 • Son Güncellenme: 22 Ocak 2025 - 15:48
Osmanlı’dan Günümüze Türk Kahvesinin Hikayesi

Türk kahvesi, yalnızca bir içecek değil, köklü bir geleneğin ve zengin bir kültürel mirasın simgesi. Kendine özgü hazırlanış ve pişirme yöntemiyle dünya kahve kültüründe eşsiz bir yere sahip olan Türk kahvesi, telvesiyle sunulan tek kahve türü olarak da fark yaratıyor. Köpüğü, kokusu ve lezzetiyle keyifli bir deneyim sunarken, ikramıyla da dostluğu ve paylaşımı temsil ediyor. Ancak bu özel lezzeti tam anlamıyla anlayabilmek için tarihine yakından bakmak gerek. Haydi, asırlardır kültürümüzün bir parçası olan Türk kahvesinin hikâyesine birlikte göz atalım!

{facility:0}

Türk Kahvesinin Hikayesi

Türk kahvesinin hikâyesi, 1543 yılında Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın Yemen’de keşfettiği kahveyi İstanbul’a getirmesiyle başlıyor. O dönemde meyve olarak kaynatılarak hazırlanan kahve, Özdemir Paşa’nın İstanbul’daki sofralarında vazgeçilmez bir lezzet haline geliryor. Ancak Türk kahvesini benzersiz yapan asıl unsur, Osmanlı saray mutfağında kahvenin pişirme yönteminin değiştirilmesi olmuştur. Kahve çekirdekleri farklı derecelerde kavrulup, dibeklerde öğütülerek ince bir forma getirilmiş ve bakır cezvelerde ağır ateşte köpürtülerek hazırlanmıştır. Bu yöntem, kahvenin bugünkü “Türk Kahvesi” adını almasını sağlamıştır.

1554 yılında Tahtakale’de açılan ilk kahvehane, bu lezzeti halka ulaştırmış ve Türk kahvesi kısa sürede sosyal yaşamın da önemli bir parçası olmuştur. Halk, sabah açlığını bastıran etkisiyle güne Türk kahvesiyle başlarken, “kahvealtı” olarak adlandırılan kahve öncesi yemek kültürü de bu dönemde şekillenmiştir. Saraydan kahvehanelere kadar yayılan Türk kahvesi, dönemin sosyalleşme ortamlarının merkezine yerleşmiştir.

{ad:0}

Kahvehaneler: Sosyal Hayatın Merkezi

Türk kahvesiyle birlikte Osmanlı’da kahvehaneler, halkın bir araya gelip sohbet ettiği, oyunlar oynadığı, edebiyat ve şiir üzerine tartışmalar yaptığı mekanlar haline gelmiştir. Günün her saatinde dolup taşan kahvehaneler, sosyal ve kültürel bir buluşma noktası olmuştur. Ancak IV. Murat döneminde, kahvehaneler tütün yasağı kapsamında kapatılmış ve kahve içmek dahi haram ilan edilmiştir. Bu yasak, kahve tutkunlarını gizli tüketmeye zorlarken, yasaklara karşı kahve sevgisini bir direniş haline getirmiştir.

1649’da Şeyhülislam Bahâî Efendi’nin fetvasıyla yasak gevşemiş ve kahvehaneler yeniden açılmaya başlamıştır. Avrupalı tüccarların Osmanlı kahvehanelerini ziyaret etmesi ve Türk kahvesini Avrupa’ya taşımalarıyla, bu lezzet dünya çapında tanınır hale gelmiştir. Bugün hâlâ geleneksel pişirme yöntemleriyle hazırlanan Türk kahvesi, asırlık bir mirası yaşatırken hem lezzeti hem de kültürel değeriyle bizi geçmişin izlerine taşıyor.

Türk Kahvesinin Çekirdeği Nereden Geliyor?

Türk kahvesinin lezzetini oluşturan çekirdekler, günümüzde ağırlıklı olarak Brezilya’dan geliyor. Kahvenin Osmanlı topraklarına ilk gelişi Yemen üzerinden olsa da, kahve kültürünün dünya çapında yayılması ve artan talep, Yemen’in kahve üretimini yetersiz hale getirmiştir. 1600’lü yılların sonunda, kahve yetiştirmeye uygun iklimiyle öne çıkan Brezilya, Küba, Jamaika ve Kolombiya gibi ülkeler kahve üretimine başlamıştır. Türkler ise kendi damak zevklerine en uygun çekirdeği Brezilya topraklarında bulmuştur.

1700’lü yıllardan itibaren Türk kahvesinin Brezilya’dan gelen çekirdeklerle yapılmaya başlandığı biliniyor. Brezilya’dan ithal edilen bu kahve çekirdekleri Türkiye’de özenle öğütülerek paketleniyor. İnce öğütülmesi ve geleneksel yöntemlerle pişirilmesi sayesinde benzersiz bir lezzet kazanan Türk kahvesi, bu çekirdeklerle dünya çapında tanınmaya devam ediyor.

"Kahvenin 40 Yıl Hatırı Vardır" Sözü Nereden Geliyor?

“Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır” sözü, Türk kahvesinin kültürel zenginliğini ve insani değerleri yansıtan en özel atasözlerinden biri. Hikâyesine göre, Üsküdar’da kahvesi ve sohbetiyle meşhur bir kahveci, bir gün dükkanında oturan bir Rum gemisi kaptanına kahve ikram eder. O sırada dükkanda bulunan bir Yeniçeri, Rum kaptana kahve verilmemesi gerektiğini söylese de, kahveci bu ikramın kendisine ait olduğunu ifade ederek kaptana kahve sunar.

Aradan 40 yıl geçer ve bu kahveci, Sisam Adası’ndaki bir isyan sırasında esir düşer. Esir pazarında satılırken, onu satın alan kişi 40 yıl önce kahve ikram ettiği Rum kaptan çıkar. Kaptan, kahvecinin kendisine gösterdiği küçük iyiliği unutmamış ve onun hayatını kurtararak özgürlüğüne kavuşturmuştur.