Baştanrı Zeus'la karısı Hera'nın ilk çocukları olan savaş tanrısı Ares; ne ölümlü insanlar ne de Olimpos'un ölümsüz tanrıları sevebildi! Babası Zeus bile kavgacılığı ve huysuzluğuyla anası tanrıça Hera'ya çektiğini söylüyordu bu ilk oğlunun. Ne zaman ki bir zorbanın buyruğundaki işgalci ordular; gittikleri ülkenin dağlarını, kentlerini, kültürünü yakıp yıkmak ve hazinelerini yağmalamak için yürüyüşe geçiyor, bu tanrı Ares de gidip hemen onların en ön saflarında yer alıyordu. İşte bu yüzden Anadolu halklarının ve Greklerin dünyasında da hiç sevilmedi bu tanrı.
{ad:0}Egeli ölümsüz ozan Homeros'un ilkçağdaki bir savaşı anlattığı İlyada destanında, -azgın, çılgın, uğursuz tanrı- gibi en yakışıksız sıfatlarla bu savaş tanrısını aşağılaması çok ilginçti. Gerçekten de bu tanrının ayak bastığı yerlerde ot bitmezdi; onun girdiği ülkelere uzun yıllar bahar gelmezdi. Hep kan ve gözyaşı götürürdü gittiği bütün ülkelere!.. Troya savaşı sırasında Diomedes adlı ölümlü bir kahraman; tanrıça Atena'nın yardımıyla, kin beslediği bu Ares karnından ağır şekilde yaraladı. Ve bu mızmız tanrı, iki gözü iki çeşme, doğruca babası Zeus'un yanında aldı soluğu! Baştanrı Zeus da barış düşmanı bu oğlunu hiç çekinmeden uzun uzun azarladı: "Öyle ağlaşıp durma dizimin dibinde, dönek! Olimpos'ta oturan tanrılar arasında çok iğrendiğim tanrısın sen. İşin gücün hep hırgür, kavga, savaş senin!"
Tanrı Apollon'a tanrıça Atena bile; "Ey insanların baş belası Ares, / Ey kaleler yıkan elleri kanlı Ares!" diye seslenirlerdi ona. Kuşkusuz Olimposlu öteki tanrılar da savaşa katılırlardı zaman zaman. Ne var ki onların tek amacı; sevdikleri ve kendilerini onurlandıran kahramanlara bu savaş sırasında güç ve destek vermekti. Örneğin Atena da, haklı bir dava uğruna savaşanların saflarında yer alırdı hep. Ve Ares dışındaki tanrılar; insanlar arasındaki egemenlik ve soygun amaçlı savaşların kışkırtıcısı ya da destekçisi olmadılar hiç. Bu yüzden sırf savaş için savaşan ve yağmacı orduların yanında yer alan tanrı Ares'den hepsi de nefret ediyordu.
Gene bu yüzden Ares; gelip geçmiş çağlardaki insanlık dışı bütün yıkıcı savaşların ve savaşçıların bir simgesine dönüştü. Ares'in kışkırttığı savaşlar sırasında, onun yanından ayrılmayan ve kızları olan; Eris (Kavga ), Enyo (Yıkım), Fobos (Korku), Deymos (Dehşet) adlı tanrıçaların da bu arada adlarını anmak gerek! Bu ürkütücü tanrıçalar, Ares'in Afrodit'e olan kuraldışı aşk ilişkilerinden doğmuştu. Hatta demirci tanrı Hefaystos; Ares'e Afrodit, kendi hazırladığı zincirli ve tel örgülü bir tuzakla suçüstü yakalamış, sonra da onları Olimpos'daki tanrılar önünde, o uygunsuz halleriyle sergilemişti. Ares de, bu olay yüzünden tanrıların alaylı kahkahalarına dayanamamış, ve tabii babası Zeus'un da zorlamasıyla, süklüm püklüm yeryüzüne gelmişti. Trakya bölgesinde yaşayan yabanilerin yanına gidip bir süre gözlerden ırak kalmıştı.
Ne zaman Olimpos'daki tanrılar onu horlasa, doğruca yeryüzünün bu cennet bölgesinde alırdı soluğu!.. Ne var ki Ares, sık sık geldiği bu bölgede eli boş durmuyordu. Orada da karıştığı karanlık aşk ilişkileri yüzünden Amazonlar denen bir çeşit savaşçı kadın soyu türemişti. Gene bu savaşsever tanrı; yalnız insanların dünyalarını karıştırmakla kalmaz, ayrıca yarı ölümsüz kahramanlarla ve devlerle de hep hırgür çıkarırdı. İşte kimselerin yüzüne bakamaz olduğunda gelip sığındığı bu güzelim bölgede, ozanlara esin veren çok güzel periler yaşıyordu. Ayrıca savaştan nefret eden ve ozanların esin perilerini seven iyi yürekli iki dev adam da, bu güzel bölgeyi yurt edinmiş ve orada çok şairane bir kent kurmuşlardı. Ne var ki Ares, bir yolunu bulup bu güzelim kenti yakıp yıkmak istiyordu. Ares'in bu niyetini öğrenen iki dev adam, bir gün tanrı Ares'i kendi kurdukları bu kentin sokaklarında süklüm püklüm dolaşırken gördüler. Haliyle onu kıskıvrak yakaladılar ve sıkı sıkıya zincirlerle bağladılar. Her ne kadar Ares denen yeryüzünün bu en büyük belasını hemen yok etmek istedilerse de, ölümsüz yaratıldığı için onu öldüremediler. Ama onu çok kalın bir bronz kafese kapattılar. Tam on üç ay aç-susuz bu kafeste can çekişen Ares'i, hiç sevmemelerine karşın, Olimposlu tanrılar gene de merak ettiler ve onu aratmaya başladılar. Her yerde eli olan haberci tanrı Hermes, son anlarını yaşayan Ares'i buldu ve onu kapatıldığı utanç verici kafesten kurtardı!
Antikçağda tanrı Ares'le ilgili olarak ozanların dillendirdiği imgeler hiç de haz verici, iç açıcı şeyler değildir. Antikçağın ölümsüz tragedya ozanı Ayshilos; bir tragedyasında tanrı Ares'in savaş anındaki ürkünçlüğünü açık açık şöyle dillendirir.
"Bu masum kentin göklerinde, sayıklar gibi gürül gürül soluyor, yakıp yıkıyor acımadan nesi varsa sevip saydığı insanların, Ares adlı bu acımasız tanrı! Dehşet çığlıklarıyla doluyor sokaklar, asker askerin önünde düşüyor. Bu dinmeyen bebek çığlıklar kan gölü sokaklardan geliyor!"
Romalılar, Ares'e Mars diyorlardı. Romalı imparatorlar da, dünyaya egemen olabilmek için bu tanrıyı çok sevmişlerdi. Bu yüzden büyük büyük, görkemli tapınaklar kurmuşlardı onun adına. Ama sıraları geldikçe hepsi de bir bir tarihten silinip gittiler. Haliyle zaman içinde Olimposlu tanrılar da çoktan köşelerine çekildiler. Ne var ki yalnızca kendini yedi canlı sanan Ares kaldı ortalıklarda. Dileriz yakın bir gelecekteki insanların da, bu yüzsüz tanrı Ares'i, artık hiç çıkamayacağı bir kafese kapattılar.
Yunan mitolojisiyle ilgili olanlar, Antik Çağlardan Günümüze Bir Entrika Hikayesi: Medusa Efsanesi başlıklı blog yazısına göz gezdirebilirler.