Antalya, antik kentleri ve doğası ile birlikte bir görsel şölen harikası. Bildiklerimizin yanında, bir de toprağın altında bilmediğimiz ne antik kentler var belki de. Doğası iç huzurumuzu beslerken, tarihi önemli dersleri bizlere gösteriyor. Bugün, her şeyin spontane gerçekleştiği Uçansu Şelalesi ziyaretimizden bahsetmek istiyorum. Elbette önünden geçip, selam verdiğimiz Sillyon Antik Kenti’nden de bahsetmeden bitirmeyeceğim. Günümüzde adı diğer antik kentler gibi popüler olmasa da Sillyon, Pamfilya’nın önemli kentlerinden biri. Ama önce Uçansu Şelalesi’nden başlıyoruz.
{ad:0}Antalya’nın Serik ilçesine bağlı Akçapınar Köyü’nde bulunan Uçansu Şelalesi, Antalya’ya 57 kilometre, Serik’e ise 54 kilometre uzaklıkta konumlanıyor. Gebiz beldesinden sonra stabilize olan yol, baharda bazen geçit vermeyebilir. Biz, karavanımız ile birlikte yaz ortasında burayı ziyaret ettik. Yol gerçekten kötü durumdaydı. Ayrıca yıkılmış iki adet ağaç ile karşılaştık ve bunları zor aştık. Yani aracınız yüksek veya arazi aracı ise çok zorlanmadan gidebilirsiniz fakat alçak bir binek aracınız varsa çok yavaş gitmeniz gerektiğini söylemeliyim.
Tavsiyemiz karların hâlâ erimeye devam ettiği ilkbahar aylarında gitmeniz. Biz, yaz ortasında giderek hatalı davrandık çünkü yaz başında bir miktar su olabiliyor ama yaz ortasına doğru su iyice azalıyor, sızıntı şeklinde akmaya devam ediyor. Yani şelalenin görkemli halini göremedik. Yaz sonunda ise su akışının tamamen durduğu söyleniyor.
Bazı insanlar şelalenin tek bir noktadan oluştuğunu ve Kral Havuzu’nu da Aşağı Uçansu Şelalesi’ndeki yer sanıyor. Oysa varış noktasına doğru giderken bir yol ayrımı tabelası göreceksiniz. Kral Havuzu, Yukarı Uçansu bölümünde yer alıyor. Şelalenin zirvesinde bulunan Kral Havuzu gerçekten hayranlık uyandırıcı. Bu havuza da uğramadan gezinizi sakın bitirmeyin ve muhteşem manzaranın keyfini çıkarın.
Yüzülebilir, neden olmasın? Tabii ki uyarı levhaları bulunuyordu. Eğer yüzme yeteneğinize güvenmiyorsanız suya girmemenizi öneririm. Doğruyu söylemek gerekirse biz gayet keyifli bir şekilde yüzdük. Bununla da kalmayıp küçük şişme botumuz ile Aşağı Uçansu Şelalesi’nde keyif yaptık. Kürek çekerek şelalenin altına kadar ilerledik. Hatta Deniz, gözlük ve GoPro ile dalıp çekim yapmak istedi ama suyun kaynağı, karstik yani bol kireçli olduğu için hiç berrak değildi. Kireçten bulanık olduğu için içmeye de pek uygun olmadığını söylebiliriz.
Uçansu Şelalesi’nin bulunduğu bölge, turizm bölgesinden biraz uzak olduğu için bu civarda otel bulmanın imkânı pek yok. Şelalenin olduğu yerde zaten hiçbir konaklama tesisi yoktu. Şu anda Aşağı Uçansu’da özel bir işletmeciye ait lokanta ve kafeterya hizmeti veren ahşaptan yapılmış bir tesis bulunuyor ama terk edilmiş gibi bir hali vardı. Biz kendi motokaravanımız ile gittiğimiz için bir gece konaklamayı tercih ettik. Buraya vardığımız zaman, iki genç çadırları ile halihazırda konaklıyorlardı. Uzun lafın kısası, en yakın konaklama imkânları için Serik’e ulaşmanız gerekiyor.
Bu mevkide gerekli altyapı sağlanamadığı için herhangi bir gişe, dolayısıyla giriş ücreti de yoktu. Düzgün bir yol olmamasına rağmen hatırı sayılır bir sayıda gelen giden vardı. Ne yazık ki insanımız özensiz olduğu için ateş kalıntıları ve çöpler her yerdeydi. İnsan bu detayları düşününce düzgün bir yolunun olmamasına biraz olsun şükrediyor.
Uçansu Şelalesi’ne doğru giderken Sillyon Antik Kenti’nin önünden geçiliyor. Uzaktan da görebiliyorsunuz. Şelaleden bahsederken, bugün harabe durumunda olan Sillyon’u da pas geçmek istemedim.
Serik ilçesine 15 kilometrelik bir mesafede bulunan Sillyon Kale ve Antik Kenti, Pamfilya’da Aspendos ile Perge arasındaki bir tepe üzerine kurulmuş. Antalya şehir merkezine 37 kilometre ve Antalya Havalimanı’na da 24 kilometre uzaklıkta. Ayrıca Sillyon, Yanköy yakınlarında ve ana yoldan 8 kilometre içeride bulunuyor. Eğer gitmek isterseniz tabelaları takip etmeniz yeterli. Zaten uzaktan da görülebildiği için kaçırmak pek bir ihtimal değil.
Ana yoldan içeri döndükten ve bir süre gittikten sonra Sillyon’un üzerine kurulmuş olan 235 metrelik Koçhisar Tepesi’ni göreceksiniz. Halk arasında Asartepe olarak da bilinen bu kayalık, Sillyon Antik Kenti’nin savunulmasında doğal bir destekçi olmuş. Çok düzgün olmayan fakat asfalt olan yoldan Sillyon’a vardığınızda aracınızı, kentin hemen altında bulunan Sillyon Cafe’nin önüne park edebilirsiniz. Sonrasında yukarıya doğru 10 dakikalık bir yürüyüş sizi bekliyor.
Kent ile ilgili son birkaç yıla kadar neredeyse hiçbir çalışma yapılmadı. Haliyle kapsamlı bilgi ortada yok. Bu bölgedeki diğer şehirlere bakıldığında, Sillyon gibi tam tepenin üstüne kurulan başka bir şehir pek yok. Perge bir ova şehri. Side ve Aspendos ise liman şehirleri. Bunların arasında Sillyon, ovanın ortasında kayalık bir tepenin üzerine kurulmuş bir şehir. Elbette bu durum şehrin savunulmasında kuşkusuz önemli bir avantaj olarak öne çıkmış. Etrafındaki surlarla neredeyse ulaşılması imkânsız bir şehre dönüşmüş.
Hititlerin Sallusa olarak adlandırdığı Sillyon’un kuruluş hikâyesi Troya Savaşı’na kadar uzanıyor. Mopsos liderliğinde gelenlerin kenti kurduğundan bahsediliyor ama bunun tartışmalı bir bilgi olduğunu da söylemek gerekir. MÖ 6’ıncı yüzyılda bölge Perslerin kontrolündeymiş ve Sillyon’u garnizon olarak kullanıyorlarmış. MÖ 4'üncü yüzyılda Büyük İskender buraya geldiğinde, kentin çok korunaklı olmasından dolayı burası ile savaşa girmediği ve yoluna devam ettiği söyleniyor. Böylece Termessos ve Sillyon, Büyük İskender’in Anadolu’da alamadığı kentler olarak kayıtlara girmiş.
MÖ 3'üncü yüzyılda Sillyon, kendi sikkelerini de basmaya başlamış. Tarih MÖ 133'ü gösterdiğinde, bütün Pamfilya ile beraber Roma egemenliği altına girmiş. Oldukça ihtişamlı da bir dönem yaşamışlar. Özellikle bölgedeki yol çalışmaları sayesinde ticaret gelişmiş ve halk zenginleşmiş. Ayrıca şu bilgiyi de iletmek de fayda var; Sillyon isminin Romalılar ile beraber kullanılmaya başlandığı, daha öncesinde Seluvius olarak adlandırıldığı bulunan sikkelerden anlaşılıyor.
Bölgede Hristiyanlık etkisinin de artması nedeniyle Sillyon, Pamfilya'da piskoposluk olan yedi kentten birisi haline de gelmiş. Bundan sonraki dönemde ise önemini yavaşça kaybetmiş. 13'üncü yüzyılda Selçuklular’ın hakimiyeti ile yerleşim yeri olarak kullanılmaya devam edilmiş. 17’nci yüzyıla kadar varlığını sürdüren bölge, daha sonraları yavaş yavaş terk edilmeye başlanmış. Türklerin gelişiyle beraber ise Karahisar Tekke Kalesi olarak adlandırılmış. Ayrıca yöre halkı burada cumhuriyetin ilk yıllarında dahi yaşayanların olduğundan bahsediyor.
Kendi kaderine terk edilmiş Sillyon Antik Kenti’nde ne yazık ki restore edilmiş bir yapı yok. Önemli bir kısmının da toprak altında olduğu belirtiliyor. Bölgede Helenistik, Selçuklular ve Türk-İslâm etkilerini görebiliyoruz.
Tepenin üst kısmı akropol olarak adlandırılırken, onun altındaki bölge de aşağı kent olarak ifade ediliyor. Odeon, gymnasium, stadyum, tapınaklar, hamam, kiliseler, bedesten ve kapılar gibi birçok çeşitli yapı inşa edilmiş.
Türkiye'deki UNESCO Dünya Mirası Listesi Mekanlarını da keşfedin!
Herhangi bir giriş kapısı bulunmuyor. Bu sebepten dolayı içeri özgürce ve ücretsiz bir şekilde girebilirsiniz. Artık binlerce yıllık kalıntılarla baş başasınız! Ancak bu tarihi ve doğal güzelliklerin tıpkı yüzyıllar öncesinden bugüne ulaşması gibi, gelecek nesillere aktarılması için lütfen özenli olalım. Doğaya ve çevreye zarar vermeyelim.
{search:serik-otelleri,Serik Otelleri}